PhD Student, Intercultural Communication, Howard University
M.S., Conflict Analysis and Resolution, George Mason University
On yıllardır Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu ile uğraşmakta ve çoğunlukla başarısız çözüm girişimleri üretip durmaktayız. Son yıllarda bu sorunlar daha da kötüye gitmekle kalmadı, bahsi geçen sorunlara Kuzey Irak sorunu ve, dış siyasetimiz sağ olsun, bir de İsrail sorunu eklendi. Fakat, bütün bu sorunların ortak paydasını oluşturan bir sorun gözümüze çarpmadan, sessiz sedasız varlığını sürdürmeye devam ediyor: Biz! Türkiye gün geçtikçe demokrasinin gereklerini hazmedemeyen, siyasi hitabeti yerlerde sürünen, neredeyse faşist, teokratik ve bizi bir zamanlar yüceltmiş olan toplumsal değerlerimize ihanet eden, toplumsal umutlarımızın ise neredeyse hiç dile getirilmediği bir yer halini alıyor.
Demokrasi ve cumhuriyet anlayışımız kendisini imtiyaz anlayışına bırakmış durumda. Toplum olarak vatandaş haklarını, azınlık haklarını veya insanların demokratik haklarını savunmak yerine, partililer olarak, belli ideolojilerin kendimize kazandıracağı imtiyazları savunuyoruz. Mesela en tartışmalı olan konulardan biri olan başörtüsü konusunda, gerek karşı olanların, gerekse savunanların kendi imtiyazları dışında birşey savunduklarını göremedik. Kendi hakları ile beraber karşı taraf halini alanların haklarını savunanlar ise azınlıkta olmakla beraber kendi taraflarından hain damgasına
maruz kalıyorlar. Aslında şu devirde azınlık hakları gibi bir konuyu tartışıyor olmamız bile utanç verici. Kendisini çoğunluk hisseden kısım, nefes almak kadar doğal karşıladığı, belki varlığından haberi bile olmadığı haklarını herkes için isteyebilmekten ya korkuyor, ya da aciz.
Dahası, özellikle kendisine ilerici veya daha demokrat etiketlerini yapıştırmak konusunda hiç tereddüt etmeyenlerle, demokrat olmayan olarak konumlandırdıkları arasında partizanlık bakımından pek bir fark olmadığını görmek, özellikle siyasi hitabete baktığımız zaman, hiç de zor değil. Bunun için siyasi liderlerin konuşmalarını karşılaştırmak yeter.
Başbakan’ın sözleri
Mesela sayın Başbakanımızın Adıyaman mitinginde söylediklerine yakından bakalım:
“Allah aşkına şu tabloya bakar mısınız, şu manzaraya bakar mısınız, şu fotoğrafa
bakar mısınız, kim hayır diyor; CHP hayır diyor, MHP hayır diyor, BDP hayır diyor. Onlara habire gaz veren medya hayır diyor. YARSAV hayır diyor. Koltuk sevdasına düşmüş, milleti çoktan unutmuş bir kısım bürokratlar, seçkinler hayır diyor. Bitmedi, çeteler bu değişikliğe hayır diyor. Mafya bu değişikliğe hayır diyor. Statükocular, vesayetçi anlayışlar bu değişikliğe hayır diyor. Benim milletime bidon kafalı diyenler bu değişime hayır diyor. Benim milletime göbeğini kaşıyan adamlar diyenler bu değişime hayır diyor. Milletin yaşam tarzını, milletin tercihini aşağılayanlar hayır diyor.
Peki, kim evet diyor? Demokrasi isteyenler evet diyor. Özgürlüklerin, hakların genişlemesini, geliştirilmesini isteyenler evet diyor. Türkiye’nin büyümesini, gelişmesini, modern bir ülke, gelişmiş bir ülke, daha demokratik, daha özgür, daha adil bir ülke olmasını arzulayanlar evet diyor. Millet iradesinin artık Türkiye’ye egemen olmasını isteyenler ne diyor? Statükodan, vesayetten yılan benim aziz milletim ne diyor?” (AKP internet sitesinden alınmıştır)
Bu iki paragrafta ortaya konulan çoğuculuk, demokrasi ve hoşgörü anlayışı belli. AKP dışında kalan partileri (CHP, MHP ve BDP) hiç tereddüt etmeden statükocu, vesayetçi, milleti aşağılayan ve demokrasiden, temel insani değerlerden anlamayan bir görüşle ilişkilendiriyor. İkinci paragrafta ise, kendisini ve partisini birinci paragrafta karşısına konumlandırdığı güruhun tamamen zıttıymış gibi gösteriyor. Kendisine ve AKP’ye demokrat, özgürlükçü, adil ve milleti anlayan bir pozisyonu daha layık görüyor. Tabii, kendisine karşı olanlara tüm negatif sıfatları yapıştırırken, kendisine geriye kalan iyileri toplamak ne kadar demokrat veya adil, o tartışılır.
CHP liderinin sözleri
CHP’nin de siyasi hitabet seviyesi bundan farklı değil. Mesela, Kılıçdaroğlu’nun Ordu mitinginde söylediği şu sözler aslında gayet önemli:
“Bu akşam Beraat Kandili, hepimiz için kutsal bir gün. Kul hakkı yemenin ne kadar ağır bir ceza olduğunu biliyorsunuz. Ağır bir suçtur kul hakkı yemek. Allah bile her türlü günahla gelin affederim ama kul hakkıyla gelmeyin. Anayasa değişikliklerinde evet oyunu kullanacak olan yurttaşlarıma sesleniyorum. Eğer evet derseniz kul hakkı yiyenlere de evet diyeceksiniz. Hayır derseniz inançlarınıza ve ahlakınıza sahip çıkacaksınız diyorum”
Bir taraftan insanların inancını sömürmenin ne kadar yanlış birşey olduğunu üst üste vurgulayan Kılıçdaroğlu, aynısını yapmaktan çekinmiyor. Bundan öte, kendisine büyük ihtimalle taban
tabana zıt gördüğü Erbakan’ın bir zamanlar söylediği ‘bize oy verenler cennete, vermeyenler cehenneme’ söyleminden ise hiç bir farkı yok.
Siyasi söylemin seviyesizliği bunlarla bitmiyor. Her konuşma dinleyenleri ötekilere karşı kızdırmak için yazılmış neredeyse. Her konuşmada biz, bizim tarafımız kurban ve mazlum; geri kalan, bize karşı olanlar ise öcü. Bu söylemlerin insanlık, demokrasi ve cumhuriyet değerleri ile ne kadar bağdaştığı ise gayet tartışılır.
Ne istiyoruz?
Gerek siyasi, gerek toplumsal yaşatımızın en önemli unsurlarından biri aslında bizim ne istediğimizi tam da bilmiyor olmamız. Bir taraftan Türk kimliğimizle ve ona bağlı olan özgürlük sevdamızla övünürken, bir taraftan bizden olmayan grupların özgürlüklerini kısıtlamakta bir sakınca görmüyoruz. Bir taraftan dinimize bağlı yaşamak isterken, diğer taraftan dinin en temel gereksinimi olan insan sevgisini ve saygısını çok rahat bir şekilde göz ardı edebiliyoruz. Bir taraftan demokrasi isterken, diğer taraftan başkalarının haklarını yasaklamakta bir zarar görmüyoruz. Bizim toplumsal hayallerimizi tanımlamamız gerekiyor. İnsanların neredeyse her gün öldüğü, temelinde ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitlik olmayan, insanların sınıf ve tabakalara doğduğu, görünüşlerinden veya konuşmalarından ayrımcılığa uğradığı, siyasi bilincini yitirmiş ve demokrasinin temel erdemlerinden haberi olmayan bir toplumda yaşamak isteyen birinin olabileceğini sanmıyorum.
Toplumsal hayallerimizi gerçekleştirmek için, bizim öncelikle kendi sorunlarımızı ele almamız lazım. Kendimizi yukarıda bahsi geçen çelişkilerden olabildiğince arındırmamız, inançlarımız ve düşüncelerimiz konusunda daha tutarlı davranmaya çalışmamız lazım—şayet toplumsal hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz herhangi bir istikrar ortamı istiyorsak. Kendimize çekidüzen verebilirsek, başkalarının sorunu gibi gördüğümüz diğer sorunlar için büyük bir yol almış olmakla kalmayacağız, onları çözmek için sağlam, güçlü ve istikrarlı bir temele sahip olacağız.
Ali Ersen Erol: Howard Üniversitesi
This material is presented as the original analysis of analysts at S-CAR and is distributed without profit and for educational purposes. Attribution to the copyright holder is provided whenever available as is a link to the original source. Reproduction of copyrighted material is subject to the requirements of the copyright owner. Visit the original source of this material to determine restrictions before reproducing it. To request the alteration or removal of this material please email [email protected].
rosters
IMPORTANT LINKS
- Home
- Admissions
- Academics
- Research & Practice
- Center for Peacemaking Practice
- Center for the Study of Gender and Conflict
- Center for the Study of Narrative and Conflict Resolution
- Center for World Religions, Diplomacy, and Conflict Resolution
- Indonesia - U.S. Youth Leadership Program
- Dialogue and Difference
- Insight Conflict Resolution Program
- Parents of the Field Project
- Program on History, Memory, and Conflict
- Project on Contentious Politics
- Sudan Task Group
- Undergraduate Experiential Learning Project
- Zones of Peace Survey
- News & Events
- Student and Career Services
- Alumni
- Giving